Bugun...
SON DAKİKA

Kaybolan Mesleklerimiz: ŞEKERCİLİK

 Tarih: 04-07-2017 21:53:00  -   Güncelleme: 04-07-2017 21:57:00
Salih VAROL

Öyle zannediyorum ki “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” sözü Gerede’de ortaya çıkmıştır. Gerede’de şekercilik mesleğinin dününü araştıranlar ve hatta Gerede’de yaşayan hayattaki büyüklerimizden şekerciliği sorgulayanlar da benim ulaştığım sonuca varırlar.  Çünkü bu tatlı mesleği seçenler de Gerede’nin en müstesna insanlarıdır. Araştırmalarımızla bilgisine ulaştığımız geçmiş, günümüzden dört kuşak derinliğindedir. Bu noktada dört büyük mesleki soy ağacına ulaşıyoruz. Bu dört büyük çınar: Şekerci Emin, Şekerci Salimen, Şekerci Yusuf ve Şekerci Salih. Bu dört büyük ağaç birbirlerine sevgi ve saygı ile yaklaşmışlar ve aralarında öyle bir tatlı rekabet varmış ki, sayısız nesiller meslek olarak önce şekercilikte açmış gözlerini. 

         Gerede’de şekercilik; debağlık, bakırcılık ve demircilik meslekleri gibi önemli bir ekonomik faaliyet olmuştur. Bu işi meslek olarak seçen ve zamanla saygın konuma gelen esnaf sayısı yirmiyi geçmiştir. Ürün çeşidi de zaman içinde artmış ve şekerci vitrinlerinde yerini almıştır. Bunlar : Cevizli beyaz lokum sucuğu (onun yerini zaman içinde Beypazarı köfteri aldı), fındıklı lokum, tahin helvası, yazlık helva, fındık şekeri, badem şekeri, nane şekeri, akide şekeri, susamlı şeker, kızamık şekeri, kangal şeker, tulumba tatlısı, daha çok gül reçeli ve cevizli helva, nam-ı diğer şak şak helvası. Bu ürünler o kadar çok ve özenle üretilirdi ki damak tadına vakıf olan müşteriler yedikleri ürünün hangi ustanın ürünü olduğunu bilirlerdi. Köyünden pazara gelemeyenler komşusundan reçel, şeker, helva sipariş ederken şekercinin adını da verirlerdi.  Üretimin bir an bile kesilmediği imalâthanelerde kalfa çırak çalışan sayısı 20 ile 25 kişi arasında değişirdi. Bu önemli imalâtın çevre ile de irtibatı vardı; şöyle ki meselâ üretimi çok olan gül reçelinin mayası doğaldı ve hakiki gülden yapılırdı. Gerede’de şekercilerin ürettiği reçelin mayası olan gülün tamamı Gerede şehir merkezinde ve köylerinde üretiliyordu. Sadece bu iş için özel olarak yetiştirilen bu güller yine yetiştirenlerce zamanında toplanarak sepetler içinde şekerci esnafına getirilerek satılırdı. O kadar çok üretiliyor ve satılıyordu ki bütün şekerciler kendilerine bir yıl yetecek kadar maya için gül alıyorlardı. Gerede ve köylerinin, günümüzde ihmal edilmiş ve unutulmuş bu özelliğinin tekrar öne çıkarılmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. 

 

         Şekerciler, Gerede’nin kültürel yapısında ve toplumsal hayatında da yerlerini almışlardır. Büyükten küçüğe hepimizin anılarında az veya çok şekercilerden de izler vardır. Bu anılar bazen özel günlerde hatırlanır, bazen eski bir vitrinde canlanır, bazen dostlar arası sohbetin  konusu oluverir. Merhum Şekerci Yusuf’un oğlu şimdi artık emekli Şekerci Raif büyüğümüz ile sohbet imkânını değerlendiriyor ve sorduğum sorulara verdiği cevapları sözünü kesmeden dinliyorum. “Babam Şekerci Yusuf, şekerciliği İstanbul’da öğrenip gelmiş. Meşhur Kastamonulu Hacı Bekir babamın kalfası imiş. Beraber daha sonra Şehzadebaşı’nda dükkân açmışlar ve bir sene kadar birlikte çalışmışlar. Daha sonra babam Gerede’ye dönmüş burada dükkan açmış. Babamdan başka şekerciler, Şekerci Tevfik’in babası Şekerci Salih de İzmir’de öğrenip gelmiş şekerciliği. Bir de Mehmet Şekerci’nin dedesi Şekerci Salimen vardı. Başka bir de Şekerci Emin vardı. Bu ustalar birbirleriyle yarışırdı. Beyaz cevizli lokum sucuğu çok yapılırdı. Şimdi bu lokumu Konya yapıyor. Tahin helvası , Cevizli helva diğer adı şak şak helvası, gül reçeli en çok yapılan şekerleme çeşitleri idi. Eskiden lokanta yoktu. Köyden ve dışarıdan gelenlere şekerci dükkânının bir kenarında tahta bir masada yemek yemelerine müsade edilirdi. Ekmek, zeytin, turşu, helva ile gelenler, yemek yerlerdi.” 

 

         Emekli Şekerci Raif büyüğümüzden sonra  Şekerci Salimen’in oğlu Şekerci Rıza ile ilgili bilgi almak ve o günlere ait fotoğraf almak üzere Torun Salim Şekerci ile buluşup görüşme ayarladım. Şekerci Rıza’dan sonra oğlu Merhum Mehmet Şekerci bu mesleği devam ettirmemiş, bir başka iş koluna kolonya imalâtına yönelmiş, şimdi ise babasından devraldığı işi Salim Şekerci sürdürüyor. Kendisine büyük dedesine ve dedesine ait şekercilik anılarına ait Şekerci soyadının nasıl alındığını soruyorum. Salim Şekerci “Büyük dedem Şekerci Salimen’den şekercilik mesleğini sadakâtle öğrenerek devralan Rıza dedem soyadı yasası çıktığında herkes gibi soyadı için nüfus memurunun huzuruna çıkmış memur, dedeme ‘Bir soyadı düşündün mü, Ne iş yapıyorsun?’ diye sorunca. Dedem: ‘şekerciyim’ demiş. Memur: ‘Tamam madem şekercisin, soyadında şekerci olsun’ demiş ve kayıtlara ‘Şekerci’ olarak olarak geçmiş soyadımız. Dedem de yaptığı ve sevdiği mesleğin kendisine soyadı olarak verilmesine sevine sevine ayrılmış nüfus  memurluğundan. İşte o gün bugün biz de gururla taşıyoruz Şekerci soyadını ve lâyık olmayı her zaman hatırda tutarak.” 

 

         Şekerci Salih’in mesleğini oğlu Şekerci Tevfik devam ettirmiş, işte bu ünlü usta ile ilgili bilgiler almak için torunu şimdi kendisi de emekli Şekerci Salih Varol’dan dinliyorum. “Rahmetli dedem mesleğinde titiz bir adamdı. Bozuk malı asla satmazdı. Kötü maldan kâr edeceğine iyi maldan zarar et derdi. Çok iyi bir sanatkâr ve şekerci olmakla birlikte çok iyi bir insandı. Dişi ağrıyanın dişini çeker, para vermek isterse ‘Allah razı olsun de yeter’ derdi ve bir şeker vererek evine gönderirdi. Borçlu olup da ödeyemeyen, dedeme gelir borcundan kurtulurdu. Tanıdığı tanımadığı bütün köylerden ziraat bankasına kredi için başvuranlara kefil olurdu. Bir de her yıl temmuz ayında Esentepe mesireliğinde düzenlenen Destûr ve Kuşak töreni olurdu ve dedem esnaf başkanı olarak bu faaliyeti baştan sona yönetirdi. Cumartesi günü diğer arkadaşları ile birlikte pazar günü misafirlere ikram edilecek pilav için pirinç, çevrilmesi için koyunlar, ayran için yoğurt, salata için malzemeler alınır ve akşamdan Esentepe’nin yolu tutulurdu. Ertesi Pazar günü görevli herkes bir işin ucundan tutar, her şey tamam olurdu. Öğleyin tören başlardı. Ezanın ardından kılınan toplu namaz ve toplu yenilen yemekten sonra hocalarımız gürül gürül mevlit okurlar, ilâhilerle birlikte destur verme ve kuşak kuşanma törenine geçilirdi. Bir tarafta çalışanına ustalık destûru verecek ve kuşak kuşatacak ustalar, karşı tarafta destûr almak için sabırsızlananlar, ismi okunan ustasının yanına gelip elini öpüyor, ustası tarafından kuşak kuşandırılıyordu. Bu törenler benim çocukluk yıllarımın en unutulmaz ve en güzel anısıdır. Bu törenlerde kuşak kuşanan sayısız ustalar meslek aşkını ve şerefini uzun yıllar yaşadılar ve yetiştirdikleri ustalarla devam ettirdiler.” 

 

         Gerede’de Ramazan ayının geldiği iki şekilde anlaşılırdı. Biri camilerin dolup taşması, ışıklar, mahyalar; diğeri şekerciler ve vitrinleri idi. Vitrinler ramazanın başından sonuna çeşit çeşit ürünlerle süslenirdi. Ramazanın ilk günü ilk iftar ve ilk lokmada gül reçeli olurdu. Bu bir damak tadıdır yaşanır, ama hiç kimse sormaz; ilk lokmadaki bu gül reçelinin hikmetini. Bu bir tesadüf değildir. Ecdadımızın manevi ruh sağlamlığı ve gül kokulu ilk lokma ile ilk iftar peygamberimizi daima hatırında tutarak oruç açmak. Ve bunu bütün ramazan ayı boyunca tekrarlamak ve yıllar yılı tekrarlamak. Gerede’de şekerciler ramazan ayında en çok gül reçeli yaparlar ve kendi rekorlarını kırarlar. Manevi dünyamızda da gül sevgili peygamberimizin sembolüdür ve O’nu hatırlatır. Tekrarlanan bir güzel faaliyet de özel gün ve gecelerde mevlit okutmak; mevlitte cemaate gül suyu ve mevlit şekeri ikram etmektir. Mevlit geleneği bilindiği üzere sevgili Peygamberimizin doğumunu işleyen kasidelerin güzel sesli mevlithanlar tarafından okunması. Mevlit şekerini de yine sipariş verilen şekerci külâhlar şeklinde hazırlar ve getirir camiye bırakır. Bayramın yaklaştığı yine şekerci vitrinlerinden anlaşılırdı. Aile büyükleri, bayramda kapımıza el öperek şeker istemek için gelecek çocuklar ile bayram ziyareti için gelecek olan akraba ve dostlarımıza ikram etmek üzere, mutlaka çocuk şekerini ayrı, misafir şekerini ayrı, almayı unutmazlardı. Ramazan Bayramına Şeker Bayramı deyişimiz çocukluğumuzdaki bu alışkanlığımızdan galiba. 

 

         Gerede Panayırında da şekerciler yerini almıştır. Panayır için gece gündüz çalışarak ürettikleri ürünleri panayırda kiraladıkları şekerci dükkânlarında satışa sunarlardı. Tahin helvası, köfter, şak şak helvası en çok satılan ürünlerdir. Uzaktan yakından gelen hemşehrilerimiz ve dostlarımız şak şak helvasını panayırın ve Gerede’nin sembolü haline getirecek kadar çok alırlar. Bugün hâlâ Ankara’da, İstanbul’da, Kocaeli’nde, Denizli’de, Almanya’da yaşayan Geredelilere ve dostlara giderken alınan Gerede’yi hatırlatan hediyelerin başında  şak şak helvası gelir. 

 

         İmalâtta insan gücünün yerini alan makinelerin şekercilik alanına da girmesi, siparişe göre imalât yapan geleneksel şekerciliğin sonunu getirdi. Genel ekonomi ilkelerinin her yere girmesi, küçük ve kol gücü ile üretim yapan imalathaneler, yerini seri ve tek tip imalat yapan tesislere bıraktı. Seri ve tek tip üretim, beraberinde hijyen, paketleme ve gıda kalite kriterlerini ortaya çıkardı. Bu ise beraberinde kalite kontrol ve TSE standartlarını getirdi. Bir de pazarlama sorunları ve kaygıları da eklenince; başlığımızın karşılığı kaybolan mesleklerimiz şekercilik gerçek oldu. Bugün ise meslek çınarlarının izinden gidenler, zamana ayak uydurarak kendilerince uygun gördükleri dallarda seri üretim yapan tesislere dönüştüler. Aynı zamanda TSE standartlarını yakalayarak, gıda imalât izin şartlarına, paketleme ve pazarlama gereklerine uyarak, Gerede şekerciliğinin gururu olarak, Gerede ile sınırlı kalmayan, Gerede’yi aşan ve genel ekonominin kuralları gereği, geniş pazarlama ağına dahil olup, büyük marketlerin raflarını süslemeyi başardılar. Hepsine tebrikler ve başarılar.

 

  Bu yazı 1538 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  YAZARLARIMIZ
YUKARI