Bugun...
SON DAKİKA

ŞEYTANLAR KASABASI'NIN AŞÜFTELERİ

 Tarih: 16-11-2017 09:01:00  -   Güncelleme: 16-11-2017 10:04:00
Mutlu BİLGE

ÖNSÖZ

İlk bölümünü 22.08.2017’de yazdığım ‘’Şeytanlar Kasabası’’ adlı hikayenin giriş bölümünde ‘’Şeytanlar Kasabası’’nın hayali bir kasaba olduğunu vurgulamama rağmen, geniş bir okuyucu kitlesinde heyecan uyandırmış, yüzyüze görüştüğüm birçok okuyucu ‘’Şeytanlar Kasabası’’nın neresi olduğuna dair yorumlar yapmışlar ve benden de yorumlarının doğruluğunu teyit etmemi ummuşlardı.

 

Bir yazar için yazdığı eserin okuyucunun zihninde etki bırakması ve eserde anlatılanları bir film şeridi gibi okuyucunun gözünde canlandırması, okuyucunun kendisini hikayenin yaşandığı ortamla özdeşleştirmesi memnuniyet verici bir başarıdır. Şeytanlar Kasabası’nın ilk bölümü de her okuyucuyu kendi ‘’Şeytanlar Kasabası’’na götürmüş, anlatılanların aslında yaşanılanların farkında olunmasına rağmen, adına ister korkaklık deyin isterse nemelazımcılık, bir şekilde bilinç altına atılıp orada unutulmaya, kendi kaderine terkedilmeye bırakıldığını fark ettirmiştir. Okuyucuların ‘’Şeytanlar Kasabası’’nı okuduktan sonra verdikleri coşkulu tepkinin sebebi de işte bu bilinç altında kaderine terk edilen olayların yeniden kendilerini hatırlatmasından başka bir şey değildir.

 

‘’Şeytanlar Kasabası’nın Aşüfteleri’’ başlıklı bu bölüm de, İngiliz yazar, devlet adamı ve hukukçu Thomes More (1478-1535)’un ‘’Ütopya’’ adlı eserindeki gibi gerçekte olmayan, ama yaşanması mümkün olan olaylar dizisini, yine Thomas More’nin Ütopya Adası’ndaki gibi hayali bir kasabada anlatmaktadır.

 

Okuduğunuz bu bölümü, katıldığım bir yarışmada aldığım ödülün ardından, yazmam ve yayınlamam gerektiği konusunda beni cesaretlendiren Rahmetli Hocam Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yıldız’a ithaf ediyorum.

 

ŞEYTANLAR KASABASI’NIN AŞÜFTELERİ

 

Bir sepet elmadan nasıl çürük elmalar çıkabiliyorsa, Şeytanlar Kasabası’nın melekler topluluğu halkının içinden de aşüfteler ve zamparalar çıkabiliyor. Bunu yadırgamamak gerekir. Zira şeytan da bir melekti ama kibirine yenildi azdı, isyan etti ve şeytan oldu.

 

Şeytanlar Kasabası’nın Aşüfteleri ise şeytanlara uydular. Uydukları şeytanlar makam mevki sahibi zamparalardı. Onların acizliğinden yararlandılar. Devir kötüydü. Ekmek aslanın ağzındaydı. Elin bir iş tutmamışsa, dulsan ve üstelik bir de bu küçük kasabada yaşıyorsan iş bulmak hayaldi.

 

Fatma henüz yirmi üç yaşında, kaçakçılık yaparken dur ihtarına uymayan kocasını Jandarmaların vurarak öldürmesi sonucunda dul kalmış tek çocuğu ile hayata tutunmaya çalışan bir kadındı. Yatık Emine(1) gibi yürekleri hoplatan, bir kez bakanları geceleri düşünmekten uyutmayan bir aşüfteydi. Babaocağına yük olmamak için çalışması gerekiyordu. Şeytanlar Kasabası gibi küçük kasabalarda iş imkanları sınırlıydı. Ya Belediyede ya da Hükümet Konağında iş bulup çalışacaktı. Bunların dışında gündeliğe gitmekten başka çaresi yoktu. Fatma da Belediye’ye müracaat etti şansını denedi. Şansı da yaver gitti. Belediye’ye çaycı lazımmış. Fatma’ya hemen başla dediler.

 

Ertesi gün Fatma Belediye’de çaycı olarak işe başladı. Fatma çay demliyor, çalışanlara çay ve kahve servisi yapıyor, bunların dışında da ortalığı temizliyordu. Personel memnundu Fatma’dan. Nasıl memnun olmasınlar ki? Sabah saat 8’de mesaiye geldiklerinde çay hazır oluyordu. Belediye Reisi Hulusi Bey ise hergün saat 7’de herkesten önce Belediye’den içeri giriyordu. Önceden, biri sabahtan diğeri de öğleden sonra olmak üzere günde iki defa kahve içerdi. Fatma işe başlayalı içtiği kahvelerin haddi hesabı yoktu. Geceleri de uyuyamaz, yatakta döner durur olmuştu. Uykusuzluğunu Fatma’ya bağlamak istemiyordu. Ama kendi de biliyordu ki Fatma’nın gözünde canlanan hayali onu uyutmuyordu.

 

Aradan zaman geçti sabah erken demlenen çayların sırrı açığa çıktı. Bir sabah işe erken gelen bir belediye çalışanı tesadüfen Hulusi Bey’i çay ocağında çay demlerken görmüş ama konduramamıştı. Herhalde daha uykumu alamadım diye düşünmüştü. Gitti yüzünü yıkadı geldi ama Hulusi Bey hala çay ocağında bardakları hazırlamış, çayın demlenmesini bekliyor. İşte o zaman emin oldu. Belediye Reisi Hulusi Bey, sabah Belediye’ye gelir gelmez çay ocağına gidiyor, çayı demliyordu. Çay demlemek için işe alınan Fatma da geldiğinde çay hazır oluyordu.

 

Bu şekilde günler haftaları, haftalar da ayları kovaladı, Belediye’de çalışan herkes bu durumu kanıksadı kimsenin aklına bir fenalık gelmedi. Taki bir sabah Belediye Reisi Hulusi Bey’in odasından gelen bağrışma seslerine kadar. Önce kimse bir anlam veremedi. Kapının önünde durmuşlar herkes konuşmak yerine işaretle birbirlerine ne olduğunu soruyordu. İçlerinden en kıdemli olanı, bir memur içeri daldı ve gördükleri karşısında şaşırdı. Belediye Reisi’nin özel kalemi Perihan Hanım Hulusi Bey’in karşısına geçmiş sesinin çıkabildiği kadar bağırıyor, ‘’yaşından başından utan, alçak herif, bu senin kızın yaşıt’’ diyordu. Fatma da bir köşeye çekilmiş, korku ve utangaçlık karışımı bir yüz ifadesiyle titriyordu.

 

Hulusi Bey bu olaydan sonra özel kalemin yüzüne bakamaz olmuş, makam odasına özel kalemi görmeden koridora açılan diğer odadan girip çıkmaya başlamıştı. Ancak olayın da duyulmaması gerekiyordu. Duyulursa mahvolur, bütün saygınlığı gider, Allah Korusun reislikten de olurdu. Aslında korkmasına da gerek yoktu. Şeytanlar Kasabası herkesin bildiği sırların saklandığı bir kasabaydı. Yine de tedbiri elden bırakmamak gerekir diye düşündü Hulusi Bey. Sonunda bir yolunu buldu Fatma’yla konuştu ve ertesi günü O’nu çaycılıktan birim müdürlüklerinden birine terfi ettirdi. Bu ne devlet, adını zor yazan Fatma, kendini birim müdürü olarak buluvermişti. Sonra ‘’iyi ki okumamışım, meğer memur olmak, müdür olmak için okumaya gerek yokmuş, biraz alımlı çalımlı olmak kafiymiş’’ diye düşündü.

 

Çaycılıktan birim müdürlüğüne terfi eden Fatma, bu sayede gücünün de farkına varmışdı. Mesai denilen kavram onun için geçerli değildi. İşe geç geliyor, erken gidiyordu. Yetmedi bazen kimseye sormadan kafasına göre izin yapıyor, kimsenin gıkı çıkmıyordu. 

 

Belediye seçimleri yenilenince Hulusi Bey seçimi kaybetmiş, yerine Reis seçilen sakallı ve abdestli namazlı Sıtkı Bey bir yolunu bulup Fatma’yı Belediye’den uzaklaştırmıştı. Sıtkı Bey Fatma’yı her gördüğünde Belediye’nin işleri ters gidecek, kasabanın bereketi kaçacak, zaten yağmur da yağmıyor diye kendi kendine hayıflanıp duruyor, bütün aksiliklerden Fatma’yı sorumlu tutuyordu. Bunun için ilk işi Fatma’dan kurtulmak olmuştu.

 

Sıtkı Bey Fatma’dan kurtulmuştu ama bu defa da başına Gülsüm meselesi çıkmıştı. Gülsüm’ün de Fatma’dan aşağı kalır yanı yoktu. Gösterişli süslü elbiseler giyip, kokular sürünüp dışarı çıkar, üzerine doğrultulan bakışlara aldırış etmeden yürür, çalıştığı yere Hükümet Konağı’na giderdi. Hükümet Konağı’ndaki işi Gülsüm için evden kaçtığı, kendisini hür hisettiği yegane yerdi. Şeytanlar Kasabası’nın Büyük Şeytanı Hilmi Bey, Gülsüm’e çok eskiden beri kesikti. Gülsüm’de ona karşı boş değildi. Hilmi Bey’in Gülsüm’e karşı ilgisini Kasaba’da herkes bilir ancak herkesin bildiği bu sırrı da diğer sırlar gibi herkes saklardı. Hilmi Bey vilayet meclisi üyesiydi. Siyasette hatırı sayılır bir nüfuzu vardı. Ama o bu nüfuzunu hiç memleket hayrına kullanmazdı. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda ne yapıp eder, dediği taşı yerine dikerdi. Ama bir vatandaş yanına gelip de bir maruzatını arz etse, hallederiz der başından savar, konuyu unutur hatırlamazdı bile. Büyük Şeytan diye boşuna dememişlerdi. Her türlü şeytanlığa aklı ererdi.

 

Hükümet Konağı’nda Garip-Gureba Yardımlaşma Müdürlüğü’nün başına müdür ataması yapılacağı zaman Büyük Şeytan Hilmi Bey hemen Gülsümü önerdi. Belediye Reisi Sıtkı Bey Gülsüm’ün Garip-Gureba Yardımlaşma Müdürlüğü’ne müdür olarak atanmasına karşı çıktı. O’nun aklında Hükümet Konağı’nda çalışan Suzan Hanım vardı. Suzan Hanım çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle etrafında sevilen, Hükümet Konağı’na gelen Kasabalılara sevgiyle yaklaşıp yardımcı olan bir  kadındı. Belediye Reisi Sıtkı Bey’e göre Suzan Hanım bu işe en uygun kişiydi.

 

Belediye Reisi Sıtkı Bey ile Vilayet Meclisi Üyesi Hilmi Bey’in bu mesele yüzünden arası açıldı. Ama Hilmi Bey’e boşuna Büyük Şeytan dememişlerdi. Bu meselede de şeytanlığını gösterdi. Suçsuz ve günahsız Suzan Hanım’a akıl almaz bir iftira yapıştırdılar. Arkasında nüfuzlu bir desteği bulunmayan Suzan Hanım bu iftiranın başına açtığı soruşturmalara savunma vermekle ilgilenirken, Büyük Şeytan Hilmi Bey’in desteğini alan Gülsüm Garip-Gureba Yardımlaşma Müdürlüğü’ne müdür oldu.

 

Şeytanlar Kasabası’nda kazanan aşüfteler oldu. Kasaba’nın Kaymakamı Serhat Bey aslında olan bitenin farkındaydı ama Şeytanlara karşı zayıf durumdaydı. İktidar gücü bunların elindeydi Allah Korusun ya kendisine de bir iftira atarlarsa sonu ne oldurdu? Ancak olan biteni de hazmedemiyordu. İçini dökecek birilerini arıyordu. Şeytanlar Kasabası’ndan tayini çıktığı zaman çok yakın bir dostuna ‘’sana vasiyetim olsun birgün bunların hesabnı sor’’ demişti…

 

(1) Refik Halit Karay'ın Memleket Hikayeleri isimli eserinde ''Yatık Emine'' adlı karakterinden esinlenilmiştir

MUTLU BİLGE

16.11.2017 / BOLU

  Bu yazı 7606 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  YAZARLARIMIZ
YUKARI